CUMHURİYET NASIL İLAN EDİLDİ
Lozan'ın kabulü ve barışın sağlanması ile geride Türk Devleti'nin
siyasal yapısını belirleyecek devlet şeklinin ve adının ne olacağı
sorunu kaldı. T.B.M.M.'nin varlığı ile egemenliğin kayıtsız - şartsız ulusa ait
olan, insan haklarına dayanan bir devlet sistemi kurulmuştu. Fakat gerek
halkın, gerekse Meclis içinde bulunanların büyük kısmı Padişah'a dinsel ve
geleneksel bağlarla bağlıydılar. Padişah'ın işgal ettiği Saltanat - Hilafet
makamı yüzyıllardır kökleşmiş bir teokratik sistemdi. 1300 yılından beri de
Osmanoğullarından başka hiçbir aile iktidar olmamıştı. Egemenlik biri dinden,
diğeri gelenekten gelen iki kaynaktan çıkıyor ve Padişah'ta toplanıyordu. Gerçi
İttihat Terakki bu gücü kırmıştı, fakat sistemin özünü, yani egemenliğin
kaynağını ve kullanılış biçimini değiştirememişti. Egemenliğin, tanrı hakları
sisteminden, insan hakları sistemine geçişin bir sonucu olarak Padişah'tan
ulusa geçişi, bir ilke ve ülkü olarak Amasya Genelgesi'nde ortaya konmuş ve 23
Nisan 1920'de B.M.M.'nde somutlaşmıştı. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu da bu temel
üzerine oturmuştu.
Kurtuluş Savaşı ulusal bağımsızlık
yanında ulus egemenliğini de açık bir biçimde ortaya koyduğu için Padişah daha
başından beri milliyetçilerin amansız düşmanı kesilmişti. M. Kemal Paşa
Padişah'ın ihanetini bildiği halde, henüz zamanı olmadığı için Padişah'ı hedef
almadı. Genç subaylık yıllarından beri inandığı ve Erzurum'da Mazhar Müfit'e
not ettirdiği "Cumhuriyet" inancını "Ulusal bir sır" olarak
sakladı. Kurtuluş Savaşı içinde "Cumhuriyetçi" bir düşünceyi ortaya
atmak, iç parçalanmaya yol açacağı için bu yola gitmedi. Hatta Sivas Kongresi
sırasında "Cumhuriyet" ilan edelim önerilerini red etmişti. Fakat
Kurtuluş Savaşı'nın Başkomutanı, Türk Ulusu'nun kurtarıcısı M. Kemal,
Türkiye'nin siyasal yapısını değiştirmenin ilk adımını Saltanat'ın
kaldırılmasını sağlamakla attı. Saltanat'ın kaldırılışına en yakın arkadaşları
bile karşı çıkmışlardı. Meclis'te tutucu kanat direndiyse de, M. Kemal Paşa'nın
kararlı ve sert tutumu sonucu Saltanat'ın kaldırılışı sağlandı. Fakat onun bu
sert tutumu endişe doğurdu. Bunun bir başlangıç olduğunu görenler çeşitli
yöntemlerle M. Kemal Paşa'yı engellemeye çalıştılar
2
Aralık 1922'de Meclis'e muhalif grup tarafından bir öneri verildi.
"İntihab-ı Mebusan Kanunu"nda değişiklik yapılmasını isteyen önergede
"Büyük Millet Meclisi'ne üye seçilmek için Türkiye'nin bugünkü sınırları
içindeki yerler halkından olmak ve seçim çevresine yeni gelenlerin ise en az
beş yıl oturmuş olmaları" gerektiği kanun hükmü haline getirilmek
isteniyordu. M. Kemal Paşa'yı milletvekili seçilmekten yoksun bırakmak isteyen
bu önerge üzerine söz alan M. Kemal Paşa, doğum yerinin Türkiye'nin sınırları
dışında kaldığını ve bir yerde beş yıl oturmadığını belirttikten sonra,
düşmanlara karşı savaştığını, vatanı kurtarmak için hiç bir yerde beş yıl
oturamadığını hatırlatıp, ulusun sevgisisi kazanmış bir insan olmasına rağmen
kendisini yurttaşlık haklarından yoksun bırakmak isteyen bu kimselerin bu
yetkiyi kimden aldıklarını sordu. Önerge red edildi.
Mustafa
Kemal'in kamuoyu yoklaması yapmak üzere 14 Ocak 1923'de Batı Anadolu'da bir
geziye çıkmasını fırsat bilen muhalif grup, O'nun Ankara'dan ayrıldığının
ertesi günü "Hilafet-i İslamiye ve Büyük Millet Meclisi" başlıklı bir
broşür yayınladılar. Broşürün önceden hazırlanmış olduğu ve M. Kemal'in
Ankara'dan ayrılmasını fırsat bilerek dağıtıldığı anlaşılıyordu. Broşürün ana
fikri, islam kamuoyunun son gelişmelerden (Saltanatın Kaldırılışı) büyük
ızdırap içinde bulunduğu, Hilafet'in hükümet demek olduğu ve Hilafet'in hukuk
ve görevlerini yok etmenin hiç kimsenin, hiç bir meclisin elinde olmadığı
esaslarına dayanıyor, "Halife Meclisin, Meclis Halife'nindir."
sözleriyle bitiriyordu. Yürütme yetkisinin Halife'ye verilmesini ve Meclis'in
aldığı kararların ve kanunların Halife'yi bağlamayacağı, dolayısıyla Meclis'in
çıkardığı Saltanat ve Hilafet ile ilgili yasaların meşru olmadığı görüşü savunuluyordu.
Bu bildiri, M. Kemal'e ve O'nun gerçekleştirmek istediği devrime bir tepki
idi.
İzmit'e gelen M. Kemal, din ve hilafet konusunda yaptığı açıklamada
"Türkiye Büyük Millet Meclisi Halife'nin değildir ve olamaz, Türkiye Büyük
Millet Meclisi yalnız ve yalnız Ulusundur." dedi.
T.B.M.M.nin büyük programının tam bağımsızlık, kayıtsız şartsız ulusal
egemenlik esaslarına dayandığını, teokratik devlet biçiminin ve buna bağlı
bütün toplumsal düzenin ve çıkarların yıkılacağını belirtti. 16 Ocak'ta yaptığı
toplantıda, Hilafet'in dinle ilgisi olmadığını, siyasi bir mevki olduğunu,
idare-i maslahatçılıkla devrim yapılamayacağını belirttikten sonra
"Devrimin kanunu mevcut kanunların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim
kafamızdaki cereyanı boğmadıkça başladığımız devrim ve ilerleme bir an bile
durmayacaktır" diyerek gericilere gerekli yanıtı verdi. Basınla iyi ilişki
kurmak istediği için İzmit'te yaptığı basın toplantısında, "Devrim"
yapılacağını açıklarken, Meclis'te birliğin sağlanması için "Müdafaa-ı
Hukuk Gurubu"nun gerekli olduğunu bunun dışındaki grupların yararlı
olmadığını belirtti ve İttihatçılardan ülke yararı için politikaya
karışmamalarını istedi. Bu sırada Annesi Zübeyde Hanım'ın ölüm haberi geldi.
İzmir'de annesinin mezarı başında devrimci inancını "Ulusal hakimiyet
uğrunda canımı vermek benim için bir vicdan ve namus borcu olsun"
sözleriyle bir kez daha yineledi. Bu sırada Lozan'ın ilk görüşmeleri kesildiği
için İsmet Paşa ile Ankara'ya döndü. Meclis'te gizli oturumlar çok sert geçti.
Trabzon mebusu Şükrü Bey'in Topal Osman tarafından öldürülüşü, M. Kemal'e
saldırılara yol açtı. M. Kemal'i kendilerine buyük engel gören, tutucu, gerici,
ittihatçılar, çıkarcı gruplar, O'na karşı muhalefette birleşiyorlardı. Yakın
arkadaşlarından Rauf Bey, Kazım Karabekir, Refet Bele, Ali Fuat Paşa'lar da
yavaş, yavaş yanından ayrılıp, Hilâfetçilere kuvvet veriyorlardı. Saltanatı
geri getirmek isteyen gericilerin çalışmaları karşısında arkadaşlarının
kendisini yalnız bıraktığını gören M. Kemal, 20 Mart 1923'te Konya'da yaptığı
bir konuşmada Türkiye'yi Ortaçağ karanlığına çekmek isteyen gericilere karşı
tutumunu açıkça şu sözleriyle belirtti: "Eğer onlara karşı benim şahsımda
bir şey anlamak isterseniz, derim ki, ben şahsen onların düşmanıyım. Onların
olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız benim şahsi imanıma değil, yalnız
benim amacıma değil, o adım benim ulusumun hayatıyla ilgili, o adım benim
ulusumun hayatına karşı bir kasıt, o adım ulusumun kalbine yöneltilmiş zehirli
bir hançerdir. Benim ve benimle aynı fikirde olan arkadaşlarımın yapacağı şey
mutlaka o adımları atanları tepelemektir... Sizlere bunun da üstünde bir söz
söyleyeyim. Örneğin eğer bunu sağlıyacak kanunlar olmasa, bunu sağlayacak
meclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi
başıma yalnız kalsam; yine tepeler ve yine öldürürüm."
Cumhuriyet'e doğru gidiş bu kararlı sözlerle açıkça
görülüyordu. M. Kemal Paşa, 8 Nisan 1923'de dokuz ilkede görüşlerini
toplatarak, programını belirlerken, siyasi biçimlenmeyi de hazırladı.
Savaş
zamanının T.B.M.M.'nin görevi son bulmuştu. Bu sebeple Meclis kendini dağıtıp,
seçime gitme kararı aldı. M. Kemal, dağılmadan önce Meclisten 15 Nisan'da,
Saltanatı geri getirmeye çalışanları vatan haini kabul eden bir kanun
değişikliği ile "Hıyanet-i Vataniye Kanunu"na, ileride gerekirse yine
İstiklal Mahkemeleri kurma fırsatını veren bir ek getirdi.
Yeni
kurulacak Meclis'te kuvvetli bir kadro oluşturmayı ve böylece Cumhuriyet'i ilan
etmeyi düşünen M. Kemal'in bu çalışmaları yakın arkadaşlarının kendisinden
uzaklaşmasını hızlandırdı. Rauf Bey ve arkadaşları, M. Kemal'in partiler üstü
kalmasını, politikaya karışmamasını, önererek, O'nu pasif duruma getirmek
istiyorlardı. Rauf Bey'in İsmet Paşa ile aralarının açılması da bu ayrılığın
başka bir yönü idi. Lozan'dan dönen İsmet Paşa'yı karşılamak istemeyen Rauf Bey
Başbakanlık'tan bile istifa etti.
İkinci Meclis, toplandıktan sonra Lozan'ı
onayladı. Artık sorun Türkiye'nin rejiminin belirlenmesiydi. M. Kemal 22 Eylül
1923'de "Neue Treie Presse" adlı bir Viyana gazetesi muhabiriyle
yaptığı görüşmede, 23 Nisan 1920'de kurulan sistemin Cumhuriyet olduğunu fakat
adının açıklanamadığını belirtip, yapılacak işin yalnızca isim koymak olduğunu
söyledi.
Yeni devletin başkentinin neresi olacağı da bir
sorundu. Ankara 1920'den beri bu işi yapıyordu. Merkezi ve güvenli durumu
ortada idi. Meclis'te uzun tartışmalardan sonra 13 Ekim'de Ankara başkent
olarak oy çokluğu ile kabul edildi. Cumhuriyet'in ilanına bir adım daha
yaklaşılmıştı.
M. Kemal'e Cumhuriyet'in ilanına fırsat veren bir hükümet
buhranı oldu. Başbakan Fethi Okyar Bey'e karşı Meclis'te muhalefet oluşması
üzerine M. Kemal, "Erkan-ı Harbiye Umumiye Riyaseti Vekili Fevzi
Paşa"nın dışında kabinenin istifasına karar verdi ve 27 Ekim'de uygulandı.
Mevcut sisteme göre her bakan Meclis tarafından tek tek seçiliyordu. İstifa
eden bakanlar yeniden seçilirlerse, görev kabul etmeyeceklerdi. Bu sırada Rauf
Bey, Kazım Karabekir, Ali Fuat, Refet Paşalar İstanbul'da bulunuyorlar ve
temasları, Halife'ye yakınlık gösterileri oluyordu. Ankara'da' ise kabine
kurulamıyordu. Bu gelişmeler üzerine "Cumhuriyet İlanı" ile işi
kökünden çözmeye karar veren M. Kemal 28 Ekim gecesi Çankaya'da İsmet Paşa ve
bazı kimseleri toplantıya çağırdı ve "Yarın Cumhuriyeti ilan
edeceğiz." diyerek kararını açıkladı. Misafirlerin ayrılmasından sonra
İsmet Paşa'yı alıkoydu ve birlikte, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda gerekli
değişikliği sağlayacak önergeyi hazırladılar. Ertesi gün saat 10'da Parti
grubunda yapılan toplantıda, M. Kemal Paşa Genel Başkan olarak Hükümet
buhranının mevcut sistemden kaynaklandığını, bunun çözumünün istikrarlı bir
sistemde olduğunu belirtttkten sonra değişiklik önergesini okuttu:
*
Türkiye Devleti'nin Hukümet şekli Cumhuriyettir
* Türkiye Devleti, Büyük Millet
Meclisi tarafından idare olunur
* Türkiye Devleti, Hükümetin inkisam ettiği
idare şubelerini İcra Vekilleri (Bakanlar Kurulu)
vasıtasıyla idare
eder.
Bu önerge Parti toplantısında tartışıldı Büyük Millet
Meclisi'nin aynı akşam (29 Ekim 1923) saat 18:45'de yaptığı toplantıdan sonra
20.30'da "YAŞASIN CUMHURİYET" sesleri arasında Cumhuriyet ilan olundu
ve yeni Türk Devleti'nin adı kondu. "TÜRKİYE CUMHURİYETİ". Hemen
arkasından da Türk Ulusu'nun kurtarıcısı Gazi M.Kemal oy birliği ile Cumhurbaşkanı
seçildi. Kürsüye gelen Cumhurbaşkanı M. Kemal, kendisini Cumhurbaşkanı seçen
Meclis'e teşekkür ettikten sonra "Son yıllarda Ulusumuzun fiili olarak
gösterdiği kabiliyet ve istidat, kendi hakkında kötü düşüncede bulunanlarınn ne
kadar tedkikten uzak görünüşe önem veren insanlar olduğunu pek güzel ispat
etti. Ulusumuz kendisinde bulunan nitelikleri ve değeri, hükümetin yeni adıyla
uygarlık dünyasına çok daha kolay gösterebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti,
dünyada işgal ettiği yere layık olduğunu eserleriyle ispat edecektir... Türkiye
Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve muzaffer olacaktır." sözleriyle konuşmasını
tamamladı. M. Kemal Cumhurbaşkanı seçildiğinde henüz 42 yaşındaydı.
Cumhuriyetin ilk Başbakanı İsmet Paşa oldu.
19 Mayıs
1919'da Samsun'da başlayan yeni ve bağımsız, bir Türk Devleti kurmak savaşı dış
ve iç düşmanlara karşı başarıyla sonuçlanarak Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
Kurtuluş Savaşı'nın inanç ve başarısı nasıl Atatürk'ün eseri idiyse, Cumhuriyet
de yine O'nun eseri idi. İleriki yıllarda bunu şu sözleriyle belirtti.
"Benim en büyük eserim Türkiye Cumhuriyeti'dir."
SONUÇ
...
Savaş
içinde gizli anlaşmalarla, İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya Osmanlı
İmparatorluğu'nun paylaşılmasını kararlaştırmışlardı. Fakat Rusya'da devrim
çıkınca anlaşmalar önemini yitirdi. Türk Ulusu'nun hakkında karar verecek en
büyük kuvvet İngiltere idi. İngiltere Batı Anadolu'yu Yunanistan'a veriyor,
Doğuda bir Ermenistan ve Kürdistan kurmak istiyor, Türk yurdunun geri kalan
yerlerini de Fransa ve İtalya ile paylaşıyordu.
Ülkenin yağmalanmasına boyun eğen Padişah ve Hükümet, kurtuluşu İngiliz
himayesinde görüyorlardı. Halk ve aydınlar çaresizlik içinde, çoğunluk kadere
boyun eğmiş görünüyordu. Kurtuluş çareleri arayanlar Padişah - Halifesiz bir
çare düşünemiyordu. Kurtuluşu Amerikan mandasında görenler veya yörelerinin
kurtuluşunu sağlamak için çalışanlar vardı.
Birinci Dünya
Savaşı'nın sonundaki perişan ve çaresiz durumda, bir tek insan, M. Kemal
topyekün kurtuluş ve tam bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak düşüncesiyle
Samsun'a geldi. O'nun yola çıktığı sırada ise Yunanlılar İzmir'i işgal
ediyorlardı. Padişah ve Hukümet ise İzmir'i Yunanlılara veren İngilizlerin hala
körü körüne her isteğine boyun eğiyorlardı. Düşmanla işbirliği yapan Padişah ve
İstanbul Hükümeti'nin bu tutumları karşısında M. Kemal, ulusal bağımsızlık ve
ulusal egemenlik savaşının esaslarını Amasya'da ulusu ve orduyu Padişah -
Halifeye karşı ayaklandırmak şeklinde belirledi. Erzurum ve Sivas
Kongreleri'nde de bu esaslar içinde yeni bir Türk Devleti'nin kuruluşunun
ulusal bilinçlenme, idari, siyasi örgütlenmesini de gerçekleştirdi. Misak-ı
Milli ile bu esaslar İstanbul'da bir kez daha ortaya konunca İngilizler,
İstanbul'u işgal ettiler. Bundan yılmayan M. Kemal, Ankara'da ulusun meşru
iradesinin eseri olan ulusal egemenlik prensibini B.M.M. ile ortaya koydu.
Fakat bütün bunların gerçekleşmesi çok büyük güçlükler ve olanaksızlıklar
içinde yapılıyordı. Bir yandan İtilaf Devletleri ve Yunan saldırısı ve
baskıları bir yandan Padişah ve İstanbul Hükümeti'nin M. Kemal ve B.M.M.'ni
gayri meşru ilan etmesi, Türk Ulusu'nu olumsuz yönde etkiledi. Türk Ulusu,
yüzlerce yıldan beri dini ve geleneksel iktidar kabul edilen Padişah - Halife
ile bu değerleri yıkan ve yerine ulusal, egemenlik değerleriyle ulusu bir araya
toplamak isteyen M. Kemal hareketi arasında bir süre bocaladı. Yer yer
B.M.M.'nin otoritesine karşı ayaklanmalar çıktı.
Doğu Anadolu'da Ermenilere, Güneyde Fransızlara karşı savaşıldı.
Batıda Yunan Taarruzu ve iç ayaklanmalara karşı Kuva-yı Milliye ile çözüm bulan
B.M.M. daha sonra düzenli ordu kurar. I. ve II. İnönü Savaşları ile ilk askeri
başarılarını sağladı. Diğer yandan dış ilişkilerde Sovyetler Birliği ile
Moskova Antlaşması'nı imzaladı. Sakarya Meydan Savaşı'nda Yunan Ordusu'nu
yendi. Fransa ile de anlaşan Türkiye İtilaf blokunu da parçaladı. 26 Ağustos
1922'de başlayan ve 9 Eylül'de İzmir'de Yunan Ordusu'nun denize dökülmesi ile
son bulan Büyük Taarruz, Türkiye gerçeğini ve Türk Ulusu'nun yenilmez azmini
bütün dünyaya kanıtladı. Askeri başarısını Mudanya Ateşkesi ve Lozan Antlaşması
ile de onaylattı. Emperyalizme karşı yapılan bağımsızlık savaşını kazanan,
"Türk Mucizesi"ni yaratan Türkiye'nin bu başarısı bütün Mazlum
Uluslara örnek oldu.
M. Kemal Kurtuluş Savaşı'nın bittiği
yerde; Türkiye'nin çağdaşlaşma savaşını başlattı. 1 Kasım 1922'de Saltanat'ın
kaldırılışı ve 29 Ekim 1923'de Cumhuriyet'in İlanı ile Türkiye yeni devlet
sistemini Fransız Devrimi ile ortaya konan insan haklarına dayanan "Ulusal
ve Laik Devlet"i gerçekleştirmiş oldu. Ancak, çağdaş devlet ve ülke olma
mücadelesi için Türk Devrimi'nin başarılması için Cumhuriyet döneminde Atatürk
'ün yeni mücadele vermesi gerekiyordu.
Ergün
AYBARS, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1, Ege Ün. Basımevi, 1986, ss. 359-366
Cumhuriyetin
İlanı (İkinci kaynak)
Mustafa
Kemal Paşa, daha Erzurum Kongresi sırasında, zaferden sonra hükümet şeklinin
cumhuriyet olacağını söylemişti. 23 Nisan 1920'den beri Türkiye'yi idare eden
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, millî egemenlik esasına dayanıyordu. Bu,
adı konulmamış bir cumhuriyet yönetimiydi. 20 Ocak 1921 tarihli anayasada
"Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir." deniliyordu. Bu, yeni
rejimin ilân edilmemiş bir cumhuriyet olduğunu gösteriyordu.
Cumhuriyetin ilânının önündeki en büyük engel saltanattı. 1 Kasım 1922'de
saltanatın kaldırılmasıyla bu engel aşıldı.
Millî
Mücadele'nin zaferle sonuçlanmasında tarihî bir görev yapan birinci dönem TBMM
üyeleri, yeni seçim kararı alarak dağıldı (l Nisan 1923). Yeni seçimlerin
yapılmasından sonra TBMM ikinci dönem çalışmalarına başladı. Yeni kurulan
meclis, Lozan Barış Antlaşması'nı onayladı. Böylece millî bağımsızlık tam olarak
gerçekleşmiş oldu.
23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi
açıldığı sırada yeni Türk devletinin adı henüz konulmamıştı. Hükümet, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Hükümeti adını taşıyor, meclis başkanı hükümet başkanlığı
da yapıyordu. Bu sistem içinde devlet başkanlığı boş görünüyordu. Şimdi,
yürürlükte olan siyasî rejime uygun devlet şeklini bulmak zorunlu hâle
gelmişti. Millî Mücadele Dönemi'ndeki, olağanüstü şartların bir ürünü olan
meclis hükümeti sistemi de artık işlemez olmuştu. Bu sistemde, Bakanlar
Kurulunun her üyesi için ayrı ayrı oylama yapılırdı. Bu durum ise hükümet
kurulmasını zorlaştırıyordu.
25 Ekim 1923'te hükümetin
istifasıyla bir bunalım ortaya çıktı. Bu olay Mustafa Kemal Paşaya, cumhuriyeti
ilân etmek için beklediği fırsatı verdi. 28 Ekim 1923 akşamına kadar hükümetin
kurulamaması üzerine, Mustafa Kemal Paşa, Çankaya Köşkü'nde arkadaşlarına
"Yarın cumhuriyeti ilân edeceğiz." diyerek fikrini açıkladı. O gece
İsmet Paşa ile birlikte 1921 Anayasası'nın bazı maddelerini değiştiren kanun
tasarısını hazırladı. "Türkiye Devleti'nin hükümet şekli
cumhuriyettir." hükmünün yer aldığı tasarı üzerinde TBMM'de yapılan
konuşmalardan sonra cumhuriyetin ilânı kabul edildi. "Yaşasın
cumhuriyet!" sesleri arasında alkışlarla cumhuriyet ilân edildi (29 Ekim
1923).
Bundan
sonra cumhurbaşkanlığı seçimine geçildi. Yapılan gizli oylamada 158
milletvekilinin tamamının oyunu alan Gazi Mustafa Kemal Paşa, TBMM tarafından
yeni Türk devletinin ilk cumhurbaşkanı seçildi. Bunun üzerine kürsüye gelen
Mustafa Kemal, yaptığı konuşmasını "Türkiye Cumhuriyeti mesut, başarılı ve
muzaffer olacaktır." sözü ile bitirdi. Böylece devletin adı ve rejimiyle
ilgili tartışmalara son verildi. Devlet başkanlığı konusu çözüme kavuştu.
Hükümetin kurulma şekli yeniden düzenlendi. Buna göre; cumhurbaşkanı başbakanı
atayacak, başbakan da bakanlarını seçip cumhurbaşkanının onayına sunacaktı. Bu
uygulamayla, meclis hükümeti sistemi yerine parlamenter rejime geçilmiş oldu.
İlk hükümeti kurmakla İsmet Paşa görevlendirilmişti. Böylece Türk Milleti'nin
tarihinde yeni bir devir açılıyordu.
Türk milletinin yapısına en
uygun idare şekli olan cumhuriyet rejimine sahip çıkmak ve onu yaşatmak,
hepimizin başlıca vatandaşlık görevidir.
Not:Yazı içeriği bu iki siteden aynen alınmıştır.
Tarihimizi bilmezsek geleceğimize sahip çıkamayız.Mine Özol Levent