29 Nisan 2013 Pazartesi

önce anne : 29 Nisan "Dünya Dans Günü"! Haydi Dansa!

önce anne : 29 Nisan "Dünya Dans Günü"! Haydi Dansa!: “Dansa Dair” Dünya, 31 yıldır Dünya Dans Günü’nü kutluyor. UNESCO’ya bağlı  Uluslararası Tiyatro Enstitüsü 27 Mart’ı Tiy...

29 Nisan "Dünya Dans Günü"! Haydi Dansa!





“Dansa Dair”

Dünya, 31 yıldır Dünya Dans Günü’nü kutluyor. UNESCO’ya bağlı  Uluslararası Tiyatro Enstitüsü 27 Mart’ı Tiyatro Günü, 29 Nisan’ı da 18.yüzyılda yaşamış ünlü koreograf dansçı, yazar ve dans reformcusu Fransız Jean-Georges Noverre'nin (1727-1810) doğum günü olması nedeniyle Dünya Dans Günü olarak kabul etmiş.

İlk kez 1982 yılında kutlanmaya başlayan “Dünya Dans Günü” insanlığı dansın ortak dili ile barış ve dostluk içinde birleştirmek amacıyla yola çıkmıştır. 1995’ten bu yana her yıl, tüm sınırları, din, dil, ırk farklılıklarını ortadan kaldıran "dans"ın "birleştirici" özelliğini vurgulamak amacıyla, dans dünyasının iyi tanınan isimlerinden alınan “Dünya Dans Günü Mesajı”, UNESCO uluslararası Tiyatro Enstitüsü’nün Dans Komitesi (ITI), UNESCO Uluslararası Dans Konseyi (IDC) ve Dünya Dans Birliği (The World Dance Alliance, IDA) tarafından birlikte sirküle ediliyor.

Noverra’in biz Türkler için ayrı bir önemi var; değerli sanatçının iki balesi, Türkler üzerinedir. Bunlardan biri “Beş Sultan Hanım”, diğeri ise baş kişisi Kanuni Sultan Süleyman olan “Kıskançlıklar ya da Saray Şenlikleri”dir.


İnsan var olduğundan beri dans, sözsüz bir iletişim aracı olmuştur.

Dans, herkesin anladığı bir dildir, evrenseldir.
Dansın özü, başlangıcı nefestir. Bizi bu dünyaya bağlayan ilk çığlık, bedenimizin bildiği devinimlerle hayata tutunur. Doğduğumuz andan itibaren vücudumuzun bir ritmi vardır. Bu ritim kişiye özgüdür. Nefes alırken, emeklerken, otururken, yürürken, koşarken, okurken, konuşurken, sevişirken ve dans ederken…

İlkel toplumlardan günümüze insanlar birbirleriyle iletişim kurmanın yolunu müzik ve dansı beraber yorumlayarak sağladı. Bu yorumlardan birçok dans çeşidi ortaya çıktı.
Zaman içinde belli danslar, kendilerinden önceki dans türlerinden etkilenerek geliştiler. Her bir dansın, kendini ifade etme tarzı birbirinden farklıydı. Bu ifade tarzları dünyayı etkisi altına alan özgün akımları ortaya çıkardı. 

1930’larda sesli filmlere geçilmesiyle birlikte, müziğin de işin içine girmesiyle danslı sahneler ayrı bir önem kazandı.Greta Garbo’ nun “Mata Hari” deki dansı(1931),George Raft’ın  “Bolero”(1934) ve “Rumba”(1935) filmlerinde Carole Lombard ile kıvrak dansları.
Fred Astair ve partneri Genger Rogers’ın dansları (1933-39). Brigette Bardot’un “Benimle Dans Edermisin”(1934), Rita Hayworth’ın “Gilda”(1946) filmindeki performansları unutulmazlar arasında yer aldı.
En güzel müzikal filmler; “Batı Yakasının Hikayesi”(1961), Tatlı Charity(1969), Hello Dolly(1969), Kabaret(1972), All That Jazz (1979) ve John Travolta’nın (1980) gençlik müzikalleri hiç unutulmadı.

Dans akımları:
1930’lar Çarliston
1940’lar Tango, Vals, Foksrot, Latin(Rumba-Samba), Swing, Bugi bugi
1950’ler Rock’n Roll, Mambo, Cha cha cha (ça ça ça)
1960’lar Merengue, Bachata, Paçenga, La Bamba, Twist
1970’ler Disko, Street dans
1980’ler Break Dans, Salsa
1990’lar Lambada, Macerena, Rap ve Asit House
2013’lere gelindiğinde ise Gangnam Style olarak günümüze kadar zenginleşerek geldi.


Gelişen teknoloji ile birlikte, evrensel olan dans, dans ile ilgilenen herkesin evine girdi. Günümüzde halk oyunlarından Salsa’ya, Tango’dan Bacataya, Break Dans’tan Street Dansa, Mazurka’ dan Latin danslarına, Disko Dans’dan Gangnam Style’ye... 


“Dans medeni bir ihtiyaçtır”diyor Atatürk.

Müziğini seç dansetmeye başla!














Derlemeyi hazırlarken faydalandığım kaynaklar:






dünya dans bildirileri


Bugün dans etmeye gidemezseniz, buyrun youtube


Fred Astair ve partneri Genger Rogers’ ın dansları

Greta Garbo’ nun “Mata Hari” (1931)  
  
George Raft,“Rumba”(1935) ve “Bolero”(1934) filmlerinde Carole Lombard ile :

Brigette Bardot’un “Benimle Dans Edermisin”(1934) 

Rita Hayworth, “Gilda”(1946)
  
John Travolta “Grease”(1978)







26 Nisan 2013 Cuma

İçimden 100' e kadar sayıyorum ve hala bağlanamıyorum





Kızardım, bozardım abone olurken söylenen internet hızına, wireless'in dibinde oturarak bile ulaşamıyorum. Tabloneti aldığım güne veryansın ediyorum. Titinet'ten yok yavaş yok telefon parası da ödüyorum deyip kablolu internete(tablonete) geçtim. Tablonete geçerken de bin türlü soru sordum. Hızlı mı? Kaç bilgisayar aynı anda bağlanabilir?...? Yanıtların hiç bir karşılığı olmadığını yoğun internet kullanmaya başladıktan sonra anladım.

Tamam bağlandım, sandalye tepesinden gidip yan odadaki koltuğa rahat rahat oturayım ayaklarımı da şöyle uzatayım, diyemiyorsun internetin arıyor arıyor bulamıyor sayfayı, bekliyorsun resimler soru işareti? Hepi topu internet bağlantısının olduğu odadan 15 adım uzaktayım. Boyum 1.60cm, adım boyum ne ola ki? İki yıl taahhüt ettik, sizi değiştirmiyeceğiz tablo net dedik. Dedik te siz verdiğiniz cevapları unuttunuz? E bunun da bir yaptırımı olmalı değil mi?

Restart  yapıyorsun hoopp okuduğun sayfalar uçmuş. Araki bulasın.
Tam güzel bir blog buluyorum. Üye olacağım  izleyiciler bir türlü gelmiyor. Makina ara tara refresh yap binbir güçlükle üye oluyorum ki bir daha o sayfayı aramama gerek kalmadan okuyucu listeme eklensin. Olduruncaya kadar geçen süre saatler alıyor. Böyle olunca da insan okuduğundan da bir şey anlamıyor.


Bu arada öyle güzel bloglar var ki...
Ne hanımlar var, valla gurur duydum. Bloglardan yetenek fışkırıyor, el maharetleri, pastanın, kurabiyenin; anneleri, kızları, anneanneleri bitmiş, oğulları, babaları, baba dedelerine:) sıra gelmiş. Gerçekten harikalar.
Gezi rehberleri, karikatürler, elle-makinayla evde yapılabilecek herşey, ne-nerede-nasıl bulunur?, spor, doğa, sofra düzenlemeleri, tasarımlar-tasarımlar, köşe yazarlarına taş çıkaran makaleler, öyle güzel hikayeler okudum ki, kitap olarak basılsa; en çok okunan kitaplarda ilk sırayı alır.





Dünya parmağının ucunda.

Blogların en güzel yanı eveleyip gevelemeden net sonuçları ortaya koymak. 
“Ben merak ettim bunu, böyle yaptım, şöyle bir sonuç çıktı. Resimleri bu, aşamaları da şu, hatta videosunu merak edersen tık tık". İlgini çektiyse sen de  dene, deneyimi yorumla.


Müthiş bir paylaşım, tek kaygı daha çok kişiye deneyim aktarmak. Okudukça insan umut doluyor yaşama sevinci artıyor. Emeği geçen herkese teşekkür etmek isterim. Teşekkürler.Teşekkürler

Nereden nereye demeyin:) bu deneyimlere ulaşmak için istiyorum. Mümkünse her odadan internete bağlanabileyim.Hızla istediğim bloglarda sörf yapabileyim.

Sahi, bildiğiniz iyi bir internet ağı var mı? Paylaşın lütfen!


resimler aşağıdaki internet sitelerinden alınmıştır.

http://unoseo.blogspot.com/2010/08/what-is-web.html
www.doktorlariz.biz

22 Nisan 2013 Pazartesi

23 Nisan Ulusal ve Egemenlik Bayramı Anlamı ve Önemi





Birinci Dünya Savaşı’nda, Çanakkale’de göstermiş olduğumuz büyük başarılara rağmen; aynı safta olduğumuz diğer devletler başarısız olunca bizde onlarla birlikte yenilmiş sayıldık. Bu yenilgiden sonra imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile işgal ve istilaya uğramaya başlayan vatan topraklarının kurtarılması için acilen bir şeyler yapılması gerekiyordu.

Ülkemizin bu zor döneminde, bütün güçlüklere karşın, Milli Mücadeleyi başlatmak üzere 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, kurtuluşun ancak milletçe birlik ve beraberlikle hareket edilmesi sonucu mümkün olacağı kanaatindeydi.

Yurdun bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığının tehlikede olduğu ilk olarak Amasya Genelgesi’nde açıkça ifade edildi. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlar ile, vatanın bölünmez bir bütün olduğu, hiçbir yabancı devletin egemenliği altına girilmemesi hususu ile milli meclisin derhal toplanarak çalışması gerektiği sonucuna varıldı.

Nihayet, 23 Nisan 1920’de Türk milletinin iradesini temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Millet iradesini esas alan meclisin açılış günü ile birlikte Türk halkı da egemenliğini ilan etmiş oldu.

23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı günün yıldönümü olarak kutlanmaya başlanan ulusal bayram, ilk kez 23 Nisan 1920’de “Hakimiyeti Milliye Bayramı” olarak kutlanmıştır.
Atatürk, 23 Nisan 1924’te, 23 Nisan gününün bayram olarak kutlanmasına karar vermiş, bu tarihten 5 yıl sonra ise 23 Nisan 1929’da bu özel bayramı çocuklara armağan etmiştir. 23 Nisan ilk defa 1929 yılında “Çocuk Bayramı” olarak da kutlanmaya başlanmıştır.

1930’lu yıllarda Çocuk Esirgeme Kurumunun gelenekselleştirdiği ve 23 Nisan–1 Mayıs tarihleri arasında kutlanan “Çocuk Haftası”nın başlangıcının da bu bayramla aynı güne rastlaması sebebiyle “Milli Hakimiyet Bayramı” ile Çocuk Bayramı aynı gün kutlanmaya başlamıştır. Bu iki bayram 23 Nisan 1935 yılında “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” adı altında bir araya getirilmiştir.

Hakimiyet-i Milliye bayramı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu gerçekleştiren TBMM’nin açılışını kutlamak amacını taşırken; Çocuk Bayramı, savaş sırasında yetim ve öksüz kalan yoksul çocuklarını sevindirmek amacını taşımaktaydı.

1979’un, UNESCO tarafından “Çocuk Yılı” ilan edilmesiyle de bu bayram, uluslararası bir nitelik kazanmıştır. Her yıl düzenlenen 23 Nisan Çocuk Şenliği’ne 40’ın üzerinde ülke ve bu ülkelerden gelen 1000’in üzerinde çocuk katılmaktadır.

Tüm dünyaya kardeşlik mesajlarının verildiği ve her türlü sorunun el ele, kardeşçe çözülmesi gerektiğinin hatırlatılması bakımından “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” çok büyük önem taşımaktadır. Atatürk’ün Türk çocuklarına armağan ettiği bu bayram, dünya çocukları arasındaki sevgi ve dostluk bağlarının gelişmesine katkı sağlamakta, tüm insanların barış içinde yaşaması gerektiğini en güzel şekilde ifade etmektedir.

Büyük önder Atatürk’ün düşüncesinde çocuklar, milletin geleceğidir. Onlara duyduğu sarsılmaz güvenin ve büyük sevginin ifadesi olarak, TBMM nin kuruluş günü olan 23 Nisan’ı millî bayram olarak çocuklara armağan etmiştir. Dünya’da çocuklarına bayram hediye eden ve bu bayramı bütün dünya ile paylaşan ilk ve tek ülke Türkiye Cumhuriyeti’dir.

“23 Nisan Ulusal ve Egemenlik Bayramı”mız kutlu olsun.




Bu yazı aşağıdaki sitelerden kaynak alınarak derlenmiştir.

http://www.tbmm.gov.tr/kultursanat/23_Nisan.htm








16 Nisan 2013 Salı

Şaka Gibi! İstanbul’ da Yalı rayicine ancak bir apatıman dairesi alınır olmuş!



İstanbul’un silüeti son beş yılda tamamen değişti. Nereye baksanız gökyüzüne tırmanan, tasarlayan mimarın insaf ölçüsüne kalmış, her biri ayrı telden çalan, mağaoğulları, birendiyum, sıkaylend, mıkaylend, falanlend, filanlend ile hem Avrupa hem de Anadolu yakası kule doldu. Kadıköy’den tutun da Fenerbahçe’ye, Göztepe'ye, Maltepe’den Kartal'a, Pendik’ten Tuzla’ya, Tuzla’dan Kurtköy’e… 
Ataşehir çoktan aldı başını gitti.
Bir emlak uzmanı “… ama efendim biz konsept satıyoruz” demişti.
Mahallelerin arasından onların deyimiyle bir konseptler fışkırıyor kalakalıyorsun. Mahalle bakkalınızın dibinden, kafanızı yukarı bir kaldırıyorsunuz, başınız dönüyor konsepte bakarken.
Yazık değil mi?  millete yıllarca üç kat yapamazsın, beş kat yapamazsın. Yahu benim apatmanımın dibinde 35 katlı binaya sen nasıl izin verdin desen,…

Alan var herhalde bilemiyorum.
Adamlar konsept satıyorlar. 5+1, 4+1, 3+1,  2+1, 1+1,5,  1+0, ve neredeyse 0+0.
Bu haftasonu, AVM’si yeni açılan yeni konseptlerden birine gittik. Ayşe Harman reklamını yapıyor. Şöyle güzel böyle güzel, bütün bilbortlarda. Gözler yalan söylemiyor işte dobra kadın yapamamışsın, sen de inanamamışsın. Neyse, gelmişken bir bakalım fiyatlar nasıl?, mimarisi, içi-dışı…? Satış ofisindeki hanım anlata anlata ödeme planını bitiremedi. Gözüm hep oğlumda olduğu için fiyatları algılamamışım. Örnek daireye bakmaya gittik. İnşatın içinden giriliyor. Her tarafımız alçı, toz toprak oldu. Girişte tozlanan ayakkabılarımıza otomatik makinadan galoş giydirildi. Daireye girmemizle çıkmamız bir oldu. Bu toz toprağın inşatın içinden girdiğimiz 2+1 olan dairenin fiyatını söylediklerinde BU ŞAKA  OLMALI dedim. Mutfak salon birleşik, çocuk yatağı sığmadığı için açılıp kapanan duvara monte üst üste iki yatağı, bir kitaplığı ,bir masası olan çocuk odası. Karşısında minnacık bir banyo: çamaşır ve kurutma makinası nereye konacak? yer yok. Yatak odası, ebeveyn banyosu ve minnacık bir giysi odası. Hepsi bu! Ve fiyat kaç lira? Tahmin bile edemezsiniz. Tamı tamına 830.000TL.
1+0’ lar 365.000TL’ den başlıyormuş. 4+1’ in fiyatı 2.600.000TL yani eski parayla 2 trilyon altıyüz bin lira. Ve sosyal tesisler üyelik sistemi ile yani aidatınızın dışında, isterseniz para karşılığı açık, kapalı havuzdan ve bilimum etkinlik alanlarından yararlanabilirsiniz.

İnanamadım şaşkınlığımı da hala üzerimden atamadım. Gerçekten bizimle dalga geçiyorlar.





Not: Gökdelen resimleri internetten rastgele alınmıştır. 




5 Nisan 2013 Cuma

Cam Şişede Su! Karar Sizin




Satın alıp içtiğimiz tüm içecekler PET plastik ambalajlarda. Pet şişeler; 7'den 70'e hatta bir yaşından itibaren içinde en çok su tükettiğimiz, yaşamın kaynağını içtiğimiz plastikler, peki ne kadar sağlıklı?

PET’ lerin sağlıklı sunum yapma ömrü, aşağı yukarı bir kelebeğinki kadarmış yani iki hafta.Pet şişede su aldığım zamanlar -ki yakın zamana kadar alıyordum-  miadına ve ambalajının numarasına bakıyordum ama bu kadar tehlikeli olduğunu bilmiyordum.

Lütfen! Su aldığınız yere cam şişede su istediğinizi söyleyin. Ne kadar çok talep edersek sağlıklı suya o kadar hızlı ulaşırız. Cam şişede su bulundurmuyorlarsa, maden suyu iyi bir seçenek.

Neden Cam? Cam; kum, soda ve kireç birleşimidir. Camın temel hammaddesi topraktaki elementler özellikle de silisyum’dur.

Neden Plastik  değil? Plastik; fosil yakıt olan petrolden elde edilir. Karbon atomundan oluşan bir polimerdir. 

Ege Üniversitesi’nden  Radyokimyager, Radyofarmasist Dr. Memduh Sami TANER’in Tüketiciler org. yazısının PET’ ler ile ilgili bölümünü merak edenler için aşağıya kopyaladım. Karar Sizin!

Su ve gazlı içeceklerin plastik şişeleri
Geri dönüşsüz (iade edilmeyen) plastik kap ve şişeler polietilen (PET) ve  polivinilklorür (PVC) olarak bilinen polimerlerden, iadeli plastik kaplar ise Polikarbonat adı verilen polimerik malzemeler kullanılarak üretilmiş damacanalardan oluşmaktadır. Bu polimerler üretilirken sağlık açısından çok riskli hammaddeler ile yola çıkılır. Hatta polikarbonatın üretimindeki hammaddelerden biri de çok tehlikeli olan fosgen’dir* (fosgen, en çok bilinen kimyasal silahtır). Suyla etkileşimi minimal derecede olacak şekilde üretilse de yumuşak (memba) suyu her zaman iyi bir çözgendir, asitli içeceklerde ise çözücü karakter daha da baskındır. Böyle olunca da tüketicilerin uzun süre polimerik malzemeli ambalajda beklemiş içecekleri tercih etmemeleri önerilir. Polimerin yapısındaki kimyasalların ısı, ışık ya da diğer faktörlerden dolayı çözünüp içeceğe geçmesi, dolayısı ile tüketicilerin oldukça tehlikeli kimyasallara maruz kalması olasıdır. 
Sonuç olarak, maliyeti yüksek olsa da cam malzemeden oluşmuş damacanalar kullanılmalıdır.
Polimerik malzemelerin ısı ve ultraviyole ışınlardan etkilenerek bozunabilmesi de muhtemel olduğundan tüketicilerin aynı kapta su veya asitli içecekleri çok uzun süre bekletmemeleri, beklemiş ise kullanmamaları önerilir.
Sadece insana değil, çevreye de zararlı
Plastik maddeler, yani sentetik-polimerik kimyasallar, doğada parçalanması, yok olması en uzun süre alan sentetikler arasındadır. Doğa biyolojik kökenli her atığı belli bir süre zarfında kolayca yaşam döngüsünde faydalanılabilir bir malzemeye dönüştürebilmektedir, dönüştürme işleminde en çok da mikrobiyolojik işlemler geçerli olmaktadır. Sentetik malzemeler ise mikrobiyal-bakteriyel müdahaleye açık değildir.
Şu an yakma haricinde herhangi bir çözümü olmayan katı atık yok etme sistemleri, plastiğin mevcut haliyle çevreye verdiği zarara çok benzer bir oranda hava kirliliği oluşturarak yok edilmesine neden olmaktadır. Plastik içeriğindeki kimyasallar toksik gazlar çıkararak yanma reaksiyonu vermektedir. Bu da yakma yöntemini riskli ve arzu edilmeyen bir hale sokmaktadır.
 
En sağlıklı ambalaj
 Ambalaj malzemelerindeki gelişmeler ve malzeme bilimi çok hızlı bir şekilde gelişiyor, içine aldığı gıda maddesinin kimyasal yapısı ile en az ilişkiye geçen ambalaj en sağlıklısıdır. Günümüzde çok dayanıklı polimerler geliştirilmiş durumdadır ancak bahsi geçen malzemelerin maliyeti bunların yaygınlaşmasını engellemektedir. En iyisi, en ideali “her zaman ‘CAM AMBALAJ’dır.
Dr. Memduh Sami TANER (Ph.D.)
Radyokimyager, Radyofarmasist Ege Üniversitesihttp://www.tuketiciler.org/?com=news.read&ID=1712
*Fosgen (Phosgene) plastik ve böcek zehiri yapımında kullanılan kimyasal bir maddedir. Oda sıcaklığında (21 derece), fosgen zehirleyici bir gazdır. Soğutarak ve basınçla fosgen gaz sıvıya dönüştürülebilir. 
*http://www.idph.state.il.us/Bioterrorism/factsheets/phosgene.htm



 http://www.unalblog.com/tag/kelebeklerin-omru-kac-gundur




3 Nisan 2013 Çarşamba

5 Aralık 1934 Türk Kadınına Seçme Ve Seçilme Hakkı Verilmesi







  Medeni Kanunun 1926 yılında kabulü ile aile hayatına yenilikler getirmiş ve kadına erkekle eşit haklar tanımıştır. ATATÜRK, kızların hemen hemen her meslekte yetişmeleri, tahsil sahibi olabilmeleri ile iş ve düşünce hayatına büyük bir ölçüde katılımından yana olduğunu belirtmiştir. 

 3 Nisan 1930’da da Mecliste müzakeresi bir yılda tamamlanan yeni Belediye Kanunu kabul edildi. Böylece kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmış oldu.

  Bu gelişmelerin ardından 26 Ekim 1933’te, kadınlara Köy İhtiyar Heyetleri için yapılan seçimlerde seçme ve seçilme hakkı vermek amacıyla, Köy Kanununda değişiklik yapıldı.

 3 Aralık 1934’te Anayasanın 10. ve 11. maddelerindeki “her erkek Türk” ifadesi “kadın, erkek her Türk” şeklinde değiştirilmiş ve meclise kanun teklifi yapılmıştır.

 5 Aralık 1934’te de Türkiye Büyük Millet Meclisi kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıyan yasayı kabul ederek, Türk kadınına yasalar önünde erkeklerle eşit haklar verilmiştir.

Böylece Türk kadını ATATÜRK’ün önderliğinde gerçekleştirilen devrimle pek çok Avrupa ülkesinden önce seçme ve seçilme hakkını kazanmıştır.





Yazı ve resimler TSK' nın sitesine aittir.
http://www.tsk.tr/8_tarihten_kesitler/8_4_turk_tarihinde_onemli_gunler/yeni_belediye_kanunu/belediye_kanunu.htm






2 Nisan 2013 Salı

Elinizi Çocuklarımızın Üzerinden Çekin!


Mail kutuma “Best Model Çocuk Türkiye” ismiyle bir ilan-mail geldi. Size de böyle bir mail gelmiş olabilir. Mail içeriği:

“Best Model Çocuk yarışması “4-16 yaş arasındaki kız-erkek çocuklarınız yarışmaya katılabilir.”
“ …, “Her yıl olduğu gibi bu yıl da 4-8, 9-14 yaş grubu prens ve prenseslerimizi aramak üzere yola çıktık. Best Model Çocuk Türkiye yarışması bu yıl 8 ilde yapılacak. 23 Nisan Çocuk Bayramı’nda yarışmanın finali … AVM’de gerçekleşecek. 

…”

Görür-görmez kötü oldum. Bir çocukları allayıp-pullayıp, cici ambalajlarla piyasaya sürmedikleri kalmıştı. Onu da "Best Model Çocuk" yarışması ile taçlandırmışlar.Bence bu çocuk haklarına yapılan bir müdahaleden başka bir şey değildir.
Tüm çocuklar özeldir ve güzeldir.Kimsenin bunu tescil etmesine gerek yok ki…

23 Nisan Ulusal ve Egemenlik Çocuk Bayramı olmuş, 23 Nisan Çocuk Bayramı. Bu yeni bayram da, AVM’de kutlanan Best Model Çocuk Yarışması Finalinin sahneleneceği bir şov…

Pedofilinin bu kadar yaygın olduğu, çocuk kaçırmaların pik yaptığı bir dünyada bu tip yarışmaları kim organize ederse etsin, seyirci ya da yarışmacı olarak çocuklarımızın katılmasına izin vermemeliyiz.
Bu çocuklar hepimizin çocukları, düşünün en basitinden çocuğunuz düşse bacağını kanatsa, canı acısa ne hissedersiniz. Sizin canınız daha fazla yanmaz mı? Peki yüreğinde açılacak yaralara, seyirci mi kalmalıyız. Görmezden mi gelmeliyiz.


Bu tip yarışmalarda küçücük çocuklar elemelerden geçirilip, saatlerce ayakta aç susuz bekleyecek ve sonunda güzel olup olmamasına göre seçilecekler. Yaşlarına uygun olmayan makyajlar yapılıp, podyumda nasıl yürüyeceklerini öğrenecekler. NEDEN????

Çocuklarımızdan elinizi çekin!Onlara çocukluklarını yaşamaları için müsade edin.

ANNELER- BABALAR
Çocuğunuzu seviyorsanız bunu ona yapmayın.
Çocuk, çocuk kalmalı.
O YALNIZCA BİR ÇOCUK. Çocukluğunu yaşamalı.

http://www.bestmodelcocuk.com/